Gelişmiş ülkelerde insanların sürekli birbirlerine günaydın, iyi akşamlar dediklerini, tanımadıklarıyla da sürekli selamlaştıklarını duymuşsunuzdur.
Peki bizde neden böyle bir şey pek olmuyor, olamıyor?
Yolda tanıdığınızı boş verin aynı binada oturduğunuz eski adı komşu olan kişilerle bile selamlaşamıyorsunuz.
Ben yetişkinleri zaten geçtim, çocuklara en azından gülümsemek isterdim ama pek çok durumda böyle bir fırsat da bulamıyorum.
Olur olmaz zamanlarda aklıma gelen düşüncelerden birisiydi bu da. Geçen gün tekrar aynı şeyi yaşayınca hazır yolda yürüyorken üzerine biraz kafa yormak istedim.
Aynı kaldırımda kalabalık da yokken karşıdan gelen, yine benim yaşlarımda, görüntüsünden belki bir miktar ortak noktalarımızın olabileceğini düşündüğüm birinin yüzüne baktım. Ben baktım ama o bakmadı 🙂 Ben niye baktım o niye bakmadı acaba diye düşündüm? Tetikleyicim bu oldu.
Şöyle bir gerçeğimiz var: Biz, en azından şehirde yaşayanlar, dışarıda dolaşıyorsak Avrupa’dakinden çok daha fazla insanla karşılaşıyoruz. Yani bir selam verme silsilesine girişsek zaten bitmez belki ama örneğin benim yaşadığım durum kalabalığın olmadığı bir ortamda gerçekleşti. Bir Hindistan, Pakistan gibi aynı kaldırımda yüzlerce insanın bulunduğu bir ortam olsa anlamlı bir sebep olabilirdi. Demek ki bu değil, en azından kök neden, ana neden bu olmamalı.
Kişisel gözlemlerim ve tecrübelerimle ulaştığım sonuç şöyle özetlenebilir: Biz gergin insanların ülkesiyiz, hatta bölgesiyiz. Açıkçası insanlar güvensiz, kaygılı ve hatta sevgisiz. Yani yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevme becerisi zayıf, her an pek çok etkiyi tehdit kabul edebilen, Temel’in fıkrasındaki gibi tedbiren tepki gösteren insanlarla dolu bir toplum.
Bu topraklarda birinin yüzüne bakmak için üç temel sebep var:
- Ya tanıyorsundur
- ya tehdit ediyorsundur
- ya da bir şey istiyorsundur!
Dolayısıyla tanımıyorsan ve hala bakıyorsun bu iyi bir şey olamaz. Bir sebep daha var ama o şu an konu dışı 🙂
Kendinizi bu durumda düşünün: Karşınızda birisi size bakıyor ve siz onu tanımıyorsunuz.
Geriye kaldı iki seçenek ya vermek istemediğiniz bir şey isteyecek sizden ya da sizinle ilgili nahoş düşünceleri var.
Selam vereceğini güzel şeyler söyleyeceğini düşünmüyorsunuz, düşünemiyorsunuz. Bu yaşa kadar edindiğiniz tecrübeler size başka şeyler düşünmeniz için bir sebep vermiyor.
Sizin gözünüze bakılması kendinizi korumanız gerektiren bir durum, sizin birinin gözünün içine bakıyor olmanız onun kendini korumasına sebep olacak bir durum…
Bu sebeple yapmıyorsunuz yapılınca da rahatsız oluyorsunuz.
Ben bunları yazıyorum ama kendi adıma düşündüğümde normal şartlar altında ben de rahatsız oluyorum. Tanımadığım birinin, hem de güler yüz göstermeden bana bakması benim için de tehditkar bir durum.
Aynı şekilde, tanımadığım birinin güler yüz göstererek bana bakması da benzer biçimde tedirgin ediyor. Acaba para mı isteyecek? Acaba bir şey mi satmaya çalışacak? Acaba fermuarım mı açık?
Günlük hayattaki tecrübelerimiz de bu konuda pek iç açıcı değil zaten. Sudan sebeplerle, bazen de sebepsiz yere suç mağduru olanlarımız var. Bakmadığımızda görünmediğimizi veya bize bulaşmaları ihtimalini düşürdüğümüzü sanmamız normal. Okulda da yapardık bunu, sözlüye kalkmamak veya öğretmenin sorusuna cevap vermemek için.
Bir de şu var tabi; “lütfen” dersin ezik, teşekkür edersin gey derler!
Bizimki gibi toplumlarda bazı kavramlar hatalı yerleşmiştir.
Hep “iyi insan” örneğini veririm. Kime iyi insan diyoruz? İyi insan deyince ilk hangi özellikleri beliriyor aklımızda? İyi huylu, kırılgan, narin, sakin, “vur ensesine, al lokmasını” kıvamında aslında hakkını savunmaktan aciz; aslında bir yerden sonra aciz, pasif, gariban, mağdur adayı, korunmaya muhtaç…
Ohoo! Bayağı yük bir insan. Bunun hayatta kalması için hep bizim mücadele etmemiz lazım hep biz taşımalıyız hep destek olmalıyız hep koruyup kollamalıyız… O kim? Aciz olan, iyi insan. Onu korumak için biz öyle olmamalıyız, tersi olmalıyız…
Bu yükü de taşımak zor, zaten iyi insan da değiliz madem, bulaşmayalım bu tiplere…
Bizimki gibi toplumların güçsüz insan sevmemesinin, saldırmayana saygı duymamasının sebebi bu. O yüzden okumuş adama herkes kafa tutar ama hapse girip çıkana herkes ya hürmet eder ya uzak durur. Birinin ne yapmayacağından emindirler, öbürünün ne yapabileceğini bilir ne yapacağını bilemez, ona göre tedbirli davranırlar.
Böyle bir durumda hapse düşen de utanması gerektiğini düşünmüyor tabi, gerek duymuyor. O sebeple hapis cezası caydırıcı olmuyor. Dışlanmaya, utanmaya sebep olmayan neyin caydırıcı olduğu görülmüş ki?
Aksine, sonrasında olanlar pekiştirici oluyor, motivasyon oluşturuyor.
Eşinizin narsistliğinden, hadi geçtim onu, agresifliğinden şikayetçisiniz ama ya kimse bilmiyor ya da kimseye müdahale ettirmiyorsunuz. O, bu yaptıklarına rağmen sizden hizmet almaya devam ettiği gibi sizin dışarıya gösterdiğiniz sevgi gösterisi sayesinde de takdir topluyor. Pişmanlık yok, zaiyat yok, utanç yok, mahrumiyet yok… Neden değişsin?
Neyse, konu genişlemeden bitireyim.
Şimdi gel de bu ortamda elalemle göz göze gel.
Kaygılı, ezilmiş, çaresiz bir toplumuz. Bu hem sebep hem de sonuç, tam bir kısır döngü ve ne yazık ki negatif eğilimli. Bir şekilde kırılması gerekene bir döngü.
