İçeriğe geç

Kanserin Sosyali

    Kanser hemen hemen hepimiz için korkutucu, insanlara çaresiz hissettiren, kurtulabilenleri de “mucize” kategorisine alan ve gerçekten bazı türleri artık kontrol edilebilse de bazı türleri ölümcül olan lanetli bir hastalık.

    Kanser hakkında halk arasında çeşitli görüşler olsa da bu hastalığın temeli vücudun kendi parçası olan hücrelerin olması gereken döngülerini bozup, ölmeleri gereken zamanda ölmeyip, durmaları gereken zamanda durmayıp kontrolsüzce çoğalmaya başlamaları ve artık bir aidiyetleri olmadığı için etrafta da gezinip, kötü bir arkadaşmışçasına diğer hücreleri de kendilerine benzetip kanserleştirmelerinden ibaret.

    Bir DNA hasarı sonucu bu sürecin başladığı düşünülüyor fakat bu DNA Hasırı için belirlenmiş net bir sebep yok. İçsel bir arıza olabildiği gibi beslenme, sigara, deterjan veya benzeri kimyasallar, hatta radyasyon ve stres gibi dışsal sebepler de bunu tetikleyebiliyor.

    Amacım burada size bir kanser ile mücadele dersi vermek değil, benim alanım değil zaten. Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm belki 3-4 yıldır geçiştirdiğim ama bugün tam geldiğimiz noktayı anlatacak olan en doğru kavram, “sosyal kanser” konusunu açmak istedim.

    Bu kavramı ilk kullanan olacağımı düşünüyordum fakat ufak bir araştırmayla José Rizal’ın “Noli Me Tángere” yani İngilizce basılan adıyla”The Social Cancer” adlı romanıyla ilk kullanımın 1887 yılında gerçekleştiğini gördüm. Bu eser, Filipin edebiyatının temel taşlarından biri ve Filipin milliyetçiliğinin kurucu metinlerinden biri olarak geniş çapta tanınmaktaymış.

    Romanın konusu, yedi yıl Avrupa’da eğitim gördükten sonra Filipinler’e dönen Crisóstomo Ibarra’nın etrafında dönmektedir. Ibarra, anavatanının İspanyol sömürge yönetiminin (1565-1898) zulmü, yolsuzluğu ve suistimalleriyle boğuştuğunu keşfeder. Roman, Ibarra’nın babasının hapishanede ölmesi ve rahip Dámaso tarafından haksız yere suçlanması gibi olayları anlatarak, sömürge toplumunun iç yüzünü acımasızca ortaya koymaktadır.

    Bu eleştirel bakış açısı, Filipin bağımsızlık hareketinin güçlü bir katalizörü olmuş. Böyle etkili bir eserde kullanılmış kavramı kullanıyor olmak gurur verici olsa da aynı bağlamda kullanmadığınızı düşünüyorum. Romanda konu Filipinler’i sömürmekten olan İspanyolların zulmü, yani dış güçler iken benim kullandığım şeklinde tamamen toplumun doğal durumunda ortaya çıkan içsel bozulma, dış etkenlerin de etkisi olsa da toplumun kendi kendini yıkımı kapsamındadır. Bu bağlamda kavram aynı görünse de içerik olarak farklı biçimde ele almaktayız.

    Ayrıca orada bir edebi eser varken ben yalnızca bir durum tespitinde metafor olarak kullanmaktayım.

    Evet gelelim şimdi asıl mevzuya:

    Bugün yaşadığımız durumu irdelemek gerekirse görüyoruz ki bu toprağın çocukları, bugünlere hazırladığımız insanlar, okulunu, yolunu, suyunu, elektriğini verip iyi-kötü, az-çok yetiştirdiğimiz insanlar artık buraların çözümsüz sorunları olmaya başladı.

    Kesip atmak istesen kesemeyeceğin kadar çok; arasan, bulamayacağın kadar küçük; çabalasan, düzeltemeyeceğin kadar çok… Hücre hücre, birey birey garip şeyler oluyor ve artık ağrısını sancısını tüm vücut hisseder oldu.

    Biz büyük suçlara zaten alışkınız. Yıllarca büyük yolsuzluklar gördük, cinayetler duyduk, mafya hesaplaşmaları izledik, ufak tefek namus davaları döndü etrafımızda. İlk kez suça bu kadar yakın bu kadar muhatap ve etkileyen olamadığımız da etkilenen olacak pozisyondayız.

    Eskiden bu tür şeyler yaygın ulaşamaz kontrolsüz bir şekilde yayınlamaz kendi ekosistemi içerisinde dışarıyla az etkileşerek var olurdu. İşte tam olarak o zaman müdahale edilmesi gerekirken biz buna müdahale edemedik hatta müdahale etmeye ihtiyacı da hissetmedik belki de.

    Tepedeki birileri yine tepedeki birileriyle uğraşıp aralarında bir hesap görüyorlardı, bizi ilgilendiren bir şey yoktu burada. Küçük bir tümör vardı yani, müdahale etsen edilebilir tek parça alsan alınabilir ama bir şey yapmasan da kendi halinde duruyor gibiydi.

    Bu kadar yayılabileceğini hiç düşünmedik. Eskiden özel olan şeyler bugünün generalleri olmaya başladı.

    Sadece suç olarak düşünmemek lazım bunu, gevşeklik, tembellik, kalitesizlik, umursamazlık bozulmaları da yaygınlaştı. Suça müdahale etmedik ki, bunlara müdahale etseydik.

    Entropi diye bir kavram daha var, fizikten aldığım. “Sosyal entropi” olarak kullanacağım burada.

    Sosyal entropi, toplumun dağılmaya olan meyli olarak canlanıyor kafamda.

    Fizikteki karşılığı sistemlerin düzensizliğe, düzensizleşmeye eğilimi olarak kısaca tanımlanabilir. Yani bir sisteme eğer destek vermezseniz, enerji harcamaz olsanız, çaba sarf etmezseniz sistem dağılmaya meyillidir ve mevcut haline koruyamayacak durumdadır.

    Bunu reel örnekle anlatmak istersek içinde yaşayanların olmadığı bir evin 3-5 yılda kullanılmaz hale gelmesini ama içinde yaşayanlar olunca 40-50 yıl ayakta kalabilmesini söyleyebiliriz.

    Sosyal entropi de böyledir. Düzeni ayakta, çalışır vaziyette tutmak, daha iyi, daha verimli hale getirmeye çalışmak için çabalamadığınızda dağılmaya başlar.

    Biz sosyal entropi ile mücadele etmediğimiz için bu bozulma artık bizim dna mızı etkileyip hücrelerimizi, hatta bugün organlarımızı bozmaya başladı, metastaz yapmış bir sosyal kansere dönüştü.

    Hikayeye bakalım,  daha iyi anlayalım:

    Önceden mahallede yaramazlık yapan küçük bir çocuktu Tarkan (pek yok diye seçtim bu ismi, tanıdığını birisi değil ama bildiğiniz bir hikayenin buradaki kahramanı). Arkadaşlarını rahatsızlık veriyordu, bazılarına zorbalık yapıyor bazılarını dövüyor bazılarının ağlamasına sebep oluyordu. Okulda dikkati dağınık derslerle ilgisi zayıf, mecbur tutulduğu için gücü yetmediği için geliyordu. Sıkıldığı için etrafındaki arkadaşlarına rahatsız ediyor, gücü yettiği için onlarla istediği gibi uğraşıyordu.

    Belki iyi niyetlerinden belki uğraşmak istemediklerinden belki de fark etmediklerinden çocuğu okuldan uzaklaştıramadı yönetim. Ailesi de okuduğum uzaklaşmasını istemezdi zaten bir tek o zamanlar kontrol altında olduğunu düşünüyorlardı. Olası problemlerle uğraşmak müdahale etmek zorunda kalmamak için okulda da pek ilişkileri yoktu. Hatta belki onlar da öyle insanlardı, o yüzden Tarkan da böyle olmuştu.

    Gel zaman git zaman Tarkan okulda haraç kesmeye, tipini beğenmediklerini dövmeye başladı. Onun birilerini döve bildiğine canın istediğini yapabildiğini, kural nizam tanımadan hareket edebildiğini gören bazıları da güce ortak olabilmek veya yakın durup güvende kalabilmek için Tarkan’ın etrafında dolanmaya başladılar. Artık Tarkan okul içerisinde kendi küçük çetesini kurmuştu ve istediğini yapabiliyordu.

    Tabii ki alenileşen ve daha çok kişiyi etkileyen bu durum okul idaresinin sonunda dikkatini çekmişti. Okulda düzenin sağlamadıkları için okul sosyal entropiye yenik düşmekteydi. Çocuklar mutsuz, veliler ve öğretmenler şikayetçiydi artık önlem alınması gerekiyordu.

    Müdür yardımcısı birkaç kez Tarkan’la iletişim kurmaya çalıştı. Bir müdür yardımcısı nasihat verdi olmadı. Bir diğer müdür yardımcısı tehdit etti yine olmadı. Yöntemler değiştikçe ve zaman ilerledikçe Tarkan’ın özgüveni ve çetesinin büyüklüğü artıyordu. Tarkan artık yoklamalarında yok yazılmıyor sınavlardan kötü not almıyordu. Bir an önce mezun olup gitsin diye, okuldan çıktığında onlara musallat olmasın diye öğretmenler Tarkan’a müsemma gösteriyor, hatta torpil yapıyorlardı. İdarenin elinden bir şey gelmediği bir durumda öğretmenlerin, öğretmenlerin elinden bir şey gelmiyor kendi öğrencilerin bir şey yapması mümkün müydü ki? Tabii ki değildi.

    İşte Tarkan okulun kanseri halini almıştı; istediği yere giriyor, istediği zaman çıkıyor, kantinden yiyor, içiyor, öğrencilerden para alıyor, kızları taciz ediyor, güçsüzlere vuruyor, kimseyi sevmiyor ama yanında olanları, ona destek olanları koruyordu.

    Bu kanserin parçası olmamak daha hasta edici bir şeydi sanki. Ama artık çete üye olmak mümkün değil sadece çete üyelerine uyumlu olmak tek seçenekti.

    Okul idaresi artık adli vakalar ile de uğraşmak zorunda kalınca biraz da korkarak Tarkan’a ve çetesini okuldan atmak yönünde bir karara vardılar. Kimse bunun bir çözüm olacağını düşünmüyordu ancak şu an için başka da çare görünmüyordu.

    Yaptılar! Tarkan’ı okuldan attılar hem de bütün çetesiyle. İlk başta sadece tarkan’a müdahale ederek çözülebilecek bu mevzu belki iyi niyetten belki umursamazlıktan belki korkudan 30 öğrencinin okuldan atılmasıyla son buldu.

    Böyle bir sürecin hücre bazında tıptaki adı “Carcinogenesis” (Karsinogenez): Karsinogenez kavramı normal bir hücrenin tümör hücresine dönüşmesi ve çoğalarak bir kitle oluşturması sürecidir.

    Gerçekten son mu buldu?

    Artık amaçsız, hiçbir norma tabi olmayan, kural Kaide dinlemeyen, başı boş ve içi zehirlenmiş 30 öğrenci, pardon 30 eski öğrenci dışarıda, okulun çıkış saatini Ve daha önce kullandıkları, ezdikleri, korkuttukları öğrencilerin önlerine düşmesini bekliyordu. Öğretmenler de aynı şekilde zarar görüp göremeyeceklerini, arabalarına taş atılıp atılmayacağını, olası kargaşalar da öğrencilere yardımcı olmak zorunda kalıp kalmayacaklarını merak ederek okula gidip geliyorlardı. Öyle ya bu eski öğrenciler artık daha hırslı ve daha pervasızdılar ve bu güçsüz öğretmenler de onların öğrencilere yapacaklarına müdahale etmek zorundaydılar.

    Bu korkuyla yaşamak gerçekten zordu. Her yerde Tarkan’ın çetesinin üyeleri görülüyor ancak bir şey yapıyor gibi görünmüyorlardı. Bir şey mi bekliyorlardı yoksa arka planda bir şeyler mi karıştırıyorlar ardı kimsenin fikri yoktu. Polise de haber verdiler aslında ama ortada görünen bir suç şikayetçi olan bir mağdur olmayınca kimse bir şey yapmadı.

    Tarkan artık okulun karşısındaki kafede oturuyordu. Çetenin merkezi burası olmuştu. Lafı fazla uzatmaya gerek yok devamı bildiğiniz şeyler: çete büyüdü para kazanacak gayri yasal yöntemler buldu. Para kazandıkça şiddete meyili arttı, şiddeti artırdıkça daha çok adam topladı, adam sayısı arttıkça daha çok para lazım oldu, daha geniş alanlara yayıldı, daha çeşitli suçlar işlemeye başladı… Tarkan artık 30’larında bir mafya babası oldu ve ekibinde 15inden 55ine çeşit çeşit yüzlerce kuralsız insan birikti.

    Çoğu belki küçük yaşlarda yaramazlık yaparken düşüp sakatlanacak, Kavga ederken aldığı yaradan enfeksiyon kapacak veya küçük mahalle kavgalarına karıştığında ölecek, belki erken yaşlarda intihar edip yaşadığı bu hayattan kendi kendini koparacak tiplerdi. Hatta belki polis müdahalesiyle hapse girecek veya vurulup toplumdan mutlak biçimde uzaklaştırılacak tiplerdi.

    Belki bazıları eğitilip yönlendirilebilir, toplum içerisinde yer edinmeleri, zarar vermelerine gerek olmadan var olabilecekleri bir ortamda olmaları sağlanabilirdi.

    Ama olmadı!

    Küçük bir hücre, belki bundan 100 200 yıl önce toplumda var olamayacak arızalı bir birey, bugün pek çok sebeple varlığını sürdürebiliyor. Normalde onları kontrol altında tutması beklenen hukuk sistemi, kültürel ve geleneksel mekanizmalar,  toplumsal geri bildirimler nedense işe yaramıyor.

    Sosyal kanserlere basit bir örnek olarak yazdığım hikayenin binbir türevi yaşanıyor etrafımızda. Hep suç ile örneklemeye gerek yok. 10 kişinin çalıştığı bir yerde, çalışmadığı halde aynı maaşı alan 1 kişiyi idare edenler onun toksisitesinden etkilenen 2. Kişiyi görünce artık idare etmek istemeyip hızlıca onun gibi olmaya başlamıyorlar mı?

    Kumardan para kazandığını düşündükleri arkadaşlarından etkilenenler, şiddet kullanarak haklı çıkıldığına şahit olanlar, yalakalık yaparak gemisini yüzdüren üçkağıtçılarla çalışanlar, vergi kaçırılabildiğini görenler, suç işleyip kaçılabildiğini görenler… Gözlerinin önünde sosyal entropiye teslim olan hayatları… Artık müdahale güçlerinin olmadığını düşündükleri sosyal kansere karşı kendine mezar yeri arayanlar…

    “Palu Ailesi”ni hatırlarsınız. Tam bir sosyal kanser vakası: Önce basit 1-2 şiddet, mobbing suçu… Bakıyorlar bir şey olmuyor, daha kapsamlısını deniyorlar. Daha büyüğünü yapıyorlar, bir şey olmayınca öteki de yapıyor. Ona da bir şey olmayınca daha büyük suçlar işliyorlar derken bütün aileyi bu sosyal kanser sarıyor ve herkes hem suçlu hem güçlü hale geliyor. O hastalıklı özgüvenle televizyona bile çıkıyorlar. Sonuçta biri müebbet, 6 kişi ceza alıyor.

    Baştan müdahale etmeyince yani belirginleşmeye başladığında tümörü alamadığınızda yayılmaya parçalanmaya büyümeye başka yerlere elçiler gönderip oraları zehirlemeye kendine benzetme devam eder. İşte buna da sosyal metastaz diyebiliriz.

    Sosyal metastaz demişken güncel bir örnek de ona verelim: Sahte diploma meselesini biliyorsunuz. Bir şekilde sahte diploma yapabilmiş olanlar bu konudaki başarılarını gördükten sonra, daha doğrusu yanlarına kalabildiğini gördükten sonra sahte kimlikten sahte memuriyeti hatta sahte tapuya kadar pek çok alana müdahil olmuşlar. Tam bir yayılmacı kanser örneği değil mi?

    Müdahale etmediğimiz, enerji sarfetmediğimiz sürece sosyal entropiye de karşı koyamayacağız, sosyal kanserleri de engelleyemeyeceğiz. Bu mikro düzeyde de makro düzeyde de aynı ve sebepten bağımsız bir durum.

    Peki “sosyal çürüme” kavramı varken neden “sosyal kanser”?

    Anahtar kelimeler: sosyal kanser, sosyal entropi, sosyal metastaz